AKP Sözcüsü Ömer Çelik, “Demokrasinin güçlenmesi, çoğulcu özgürlükçü siyasetin güçlenerek gitmesi. Biraz risk alarak söyleyeceğim; kutuplaşma husumete dönüşmediği sürece korkmamamız lazım. En çok kutup demokraside olur. Kutupların hiç olmadığı yer diktatörlüktür.” dedi.
Habertürk’te Mehmet Akif Ersoy’un sorularını yanıtlayan Ömer Çelik’in açıklamaları şöyle:
“Geriye gidip baktığımızda biz şimdiye kadar bu askeri operasyonları yapmasaydık, içeride bu mücadeleyi vermeseydik ne olacaktı? Net bir şey var, o da şu; uzun zamandır çeşitli şekillerde bölgede haritanın değişebileceğine dair yorumlar yapılıyordu. Gelinen noktada gözüküyor ki, biz bu terörle mücadele operasyonlarını yapmasaydık, sınırımızın dibinde terör yapılarının birer devletçilik şeklinde varolacağı kesin olacaktı. Uzun zamandır Suriye’de, Irak’ta, hatta Kafkasya’da, Balkanlar’da denklemin değişebileceğine dair çeşitli tartışmalar yapılıyor. Bildiğimiz devletlerin dışında bütün devletleri yatay kesen asimetrik güçler sözkonusu oldu. 11 Eylül’den beri dünya düzenini değiştirecek terör müdahaleleri yapıyordu bunlar. Irak’ta diğer yerleri altüst eden tablo ortaya çıkmıştı. Netice itibariyle terör örgütlerinin müstakil güçler olarak daha da kuvvetlenmesine yol açtı. Biz ya buna göz yumacaktık, ya da bu yapıları yok edecektik. DAEŞ’le ilgili operasyon yapınca bir destek geliyor ama PKK operasyonlarında gelmiyor. Burada DAEŞ’i kendileri açısından fiziki, ideolojik tehdit olarak görüyorlar. PKK, YPG onlar açısından belli siyasi neticilerin hayata geçirilmesi için bir enstrüman, bu net.
“Türkiye açısından tercih değil varoluşsal zorunluluktur”
PKK’nın Suriye ve Irak’taki hareket tarzı belli ki terör örgütünü aşan akıl tarafından yönlendiriliyor. Bu kimdir? Daha kollektif bir yapı mıdır, konuşuyoruz. İşin gidişatına bakılınca güçlü bir destek aldığı görülüyor. Biz bunu daha önce Afganistan’da gördük. ABD, Rusya kullandı. Bir vekalet savaşı veriliyordu. Rusya-Ukrayna savaşı ortaya çıkmasaydı, bu gün savaşın olmadığı denklem düşünün, bizim sınırlarımızdaki hareketlilik, tehdit daha da büyüyecekti. Neticede, sınırımızdan itibaren 30 kilometre derinlik dahil olmak üzere, bunu tehdit olduğunda Türkiye açısından tercih değil varoluşsal zorunluluktur; vurmak ve dağıtmak! Hiç kimsenin ‘bu terör örgütü değildir’ diye argümanı sözkonusu olamıyor. DEAŞ çok uzaklardaki Avrupa başkentini tehdit ediyor diye böyle bir konsolidasyon yapıyorsunuz. Netice şu; Türkiye’nin bu şekilde bir derinlik içerisinde, terör örgütleriyle muhatap olması durumunda, 30 kilometre derinlik dahil. Daha da ötesi olabilir. Bunu vurmaktan ve dağıtmaktan başka bir seçeneği yoktur.
“Suriye ile görüşmek, diyalog kapılarını yeniden açmak gündeme geliyor”
Bölge haklarıyla ve tüm gruplarla kesintisiz temaslarımız var. İnsani yardımla ve güvenlik anlamında. Bu Kobani düştü düşecek tartışmaları yaşanırken Kuzey Irak’tan yardıma gelmeye çalışanları bile PKK engellemişti. Kuzey Irak’taki haber ajansı bunu haber yapmıştı. PKK’nın istediği burada katliam olsun, kendi propagandasını yapsın. Terör örgütünün retoriğine, ideolojisine bakarsınız amacını göremezsiniz. Hareket tarzına bakıldığında, buradaki bilinen devlet yapılarının dışında siyasi oluşumlar isteyenlerin kullandığı elverişli bir araç onlar açısından. Bölge halklarının güvenliğini sağlamak ve egemen bir devlet olarak Türkiye’nin milli güvenliği sağlaması açısından bu askeri operasyonlar kuşkusuz sürdürülecektir. Bölgedeki sorunlar çözülmeye çalışırken, bir şey gözüktü. Bu süreç uzadıkça terör örgütleri daha çok yerleşmeye başlıyor. Buradaki bilinen devlet ve toplum yapıları büyük tehditle karşılaşıyor. O zaman Suriye ile görüşmek, diyalog kapılarını yeniden açmak bölge için zorunlu açılım olarak gündeme geliyor.
Erdoğan-Esad olası görüşmesi
Cumhurbaşkanımızın Esad’la diyalog süreci vardı. Türkiye bölgeye büyük dalga geldiğini gördü. Bölgedeki devlet yapıların dağılmaması için, toprak bütünlüğünün bozulmaması için. Bütün bunlar iyi niyetle ortaya çıkan yeni dinamiklere bölgedeki devletin uyumlarını sağlamak. Süreç başlayınca, kendi halkını katletme şeklindeki süreç, bu iplerin kopması anlamına geldi. Türkiye hassasiyetini yine koruyacak, bölgedeki devlet yapılarını ve toplumları tehdit eden terör örgütlerinin kurumsallaşması gibi tablo çıkıyor. O zaman birinci öncelik bu tabloların yok edilmesidir. Buna müsaade etmemek için bir yandan terörle mücadele operasyonları, bir taraftan istihbarat düzeyinde olan belli olgunluktan sonra siyasi düzleme taşınabilecek. İstihbarat örgütleri arasındaki görüşmenin bir ajandasını gündeminize getirdiğinizde ikili ilişkilerden, terörle mücadeleye kadar bir durum sözkonusu olacaktır. Türkiye buradaki devlet yapılarının parçalanması, bir zarar gelmesi şeklinde bir politikanın peşinde olmadı. Bu devlet yapılarını kullananların katliamları yapmaması şeklinde tutum geliştirdi. Şimdi gelinen noktada, siyasi süreç devam ediyor, orada bir anayasa sürecini destekliyoruz. Birden çok mekanizmanın içinde yer alıyoruz. Terör örgütlerinin daha fazla yerleşmeye başlaması, Batılı ülkelerin destek vererek bunları devletçik haline getirme çabası olunca, bu yapıların dağıtılması önemlidir.
“Terör örgütü Suriye için de tehdittir, bizim için de tehdittir”
Suriye’nin toprak bütünlüğünü önemsiyoruz. Terör örgütü Suriye için de tehdittir, bizim için de tehdittir. Dolayısıyla işbirliği yapılabilir. Tıpkı Afganistan gibi Suriye’yi vekalet savaşının zemini hale getirmek şeklinde karmaşık ilişkiler içinde yürüyen bir şey var. Bizim etrafımızda sağlam devlet yapıların olması her zaman için daha elverişlidir. Irak’ta eğer PKK terör örgütünün barınmasını engelleyebilse hükümet, o zaman bizim oraya müdahale etmemize gerek kalmayacak. doğrusu ve arzu edilen onların temizlemesidir. Temizleyemediği zaman doğrusu bizim müdahalemiz oluyor. Suriye açısından tırnak içinde devletçik derken bir şey üzerinde söylüyorum. Bunlara birtakım fabrikalar kuruyorlar, tesisler kuruyorlar. En son Fransız firmasının yaptığı barınaklar, tüneller. Petrolle ilgili girişimde bulunabilecekleri yapılar kuruyorlar. Bu o bölgede Suriye, Irak, Türkiye için de, Türk, Kürt, Arap ve diğer unsurlar için de en büyük tehditlerden biri olacaktır. Bunların yok edilmesi önceliklidir.
Anayasa açıklaması
Bizim anayasa çalışmamız hazır aşamasına geldi. Bütçe maratonundan sonra gündeme alınacaktır. Temel haklar konusunda Cumhurbaşkanımız referandum tercihinin kullanılmaması şeklinde tercihte bulundu. Aile bölümünü bahane ederek birileri geride durabilir. İdeal olanı Meclis’te çözülmesi gerekir. Çözülmediği zaman netice itibariyle milletin iradesinin karar vereceği aşamaya gelebilir. Türkiye’nin temel haklar meselesinde bilek güreşinden çıkmasıdır mesele. Gelinen noktada anayasa düzenlemesiyle karara bağlanması en doğrusudur. Bu meselede geçmişte yapılanın yanlış olduğunu net bir şekilde ortaya koymak için önlerinde fırsat var. Konu refenduma gitse Türkiye Cumhuriyeti kanunu en ezici oyunu alır. Buna karşı durabilecek organizasyonlar ise siyasi akıl tutulması olur. Ailenin korunmasıyla ilgili atılacak adım kendi sosyolojimizi düşündüğünüzde vatandaştan yüksek alabilecek durumdadır. Cumhurbaşkanımız anayasa deyince bu konuyu ggündeme getirenler kendi içinde dağınıklık yaşadılar. Hatta Kılıçdaroğlu’nu koz verdi diye eleştirdiler. O organizasyon bu meselede aile meselesini bahane ederek kaçmaya çalışıyor. Buna hayır diyenler siyasi akıl tutulmasıyla karşı karşıya kalırlar. Herhalde bütçeden sonra gündeme gelir bu konu.
On yıllarını kaybetmiş insanlar var, bunlar aramızda. Ana muhalefet liderlerinin ‘hadi helalleşelim’ dediğinde o insanların diyeceği sözler var. Yakın zamanda biri tekrar başörtüsü ile mücadele edeceğiz dedi. Aşağıdaki vesayet zihniyeti, 28 Şubat zihniyeti yeniden kendisine sahne bulmak için fırsat kolluyor gibi tablo da var. Herkesin söylediği sözün toplum nezdinde karşılık bulacağını da göreceğiz. Bu şekilde insanımıza acılar yaşatmış, hala yaşatmayı arzulayan kesimlerle mücadele etmeyi çalıştığını düşünmek isterdim Kılıçdaroğlu’nun. Bunu Türkiye için hayırlı bulurdum. Bunun mücadele olması için ne gerekiyor? Siz bunu söyledikten sonra eskiden bakanlık yapmış birisi çıkın ‘bu mücadeleyi ben ve yanımdakiler verecektir’ deyince bunun karşısında bir ses duymak isteriz. Demokrasiye bu kadar vurgu yapılıyor, retorik yükseltiliyor. Yargı bağımsızlığı deniyor. Bir genel başkan yardımcınız, milletvekilleriniz mahkeme basmış. Bununla ilgili bir şey duyduk mu? 6’lı Masa’dan bir şey duyduk mu? Mavi vatanla ilgili danışmanları bu maksimalist yaklaşım diyor. Bununla ilgili bir şey duyduk mu? Sistematik bir dönüşüm görmüyorum.
Anayasalar esasında hukuki koda sahip siyasal metinlerdir. Devletin bir bakıma kimliğidir, nüfus cüzdanıdır. İki yöntem kullanılabilri. Buradan siyasal olarak ne çıkıyor? Diğeri maddeleri tek tek tartışırsınız. Buradaki maddelerin çoğu anayasa değişikliği tartışmalarında gündeme gelmiştir. Maddelerin altalta yazılmasından bir şey çıkmaz. Anayasa söz konusuysa devletin yazılımıdır. Yazılım açısından baktığınızda tek tek maddeler aplikasyondur. Siz aplikasyona değil yazılıma bakacaksınız. Buradan nasıl bir siyasal model çıkıyor? Net bir şey söyleyeyim: bu parlamenter sistem değil, yarı başkanlık değil, başkanlık sistemi değil. Kendileri 6’lı Masa tipi model üretmişler. Türkiye bunları yaşadı. İktidara geldiğimiz zamanlarda devlet hayatının gelişi şöyleydi; burada seçilmiş başbakan var, halk tarafından seçilmediği halde cumhurbaşkanı var. Başbakan anayasayla yönetmek zorunda, cumhurbaşkanlığının etrafında kümelenen yapı ise anayasanın üzerinde milli güvenlik siyaset belgesine atıfta bulunuyor. Bütün bu geçmişten gelen tartışmalara baktığınızda zaten tarafsız olarak tanımlanan, meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanı, halktan yüzde 51 almamış. Ahmet Necdet Sezer’in Ecevit’e anaysaa kitapçığı fırlatmasıyla ortaya çıkan şey. Başbakan bir iradeyi temsil ederken, cumhurbaşkanı bir iradeyi temsil ederken devlet çekirdeği ikiye bölünmüştü, yargı vesayetinin bir parçası bir tarafa öbür parçası diğer tarafa destek veriyordu. Bu Türkiye’yi felç eden bir durumdu.
Şimdi cumhurbaşkanı da, başbakanı da halk seçsin diyorlar. Böyle bir model Türkiye’yi felç eder. Bu modelde geride bıraktığımız vesayet biçimleri zaman içerisinde yeniden ortaya çıkar. Yüzde 51’le gelmiş bir cumhurbaşkanı tarafsız kalabilir mi, devlet politikalarına karışmaması düşünebilir mi? O yüzden bu bir siyasetsizleşmedir. Siyasetin doğasına aykırı. Başbakan belli bir güçle geliyor, hem yetki ve görev var. Cumhurbaşkanına sadece görevi bırakmışlar. Her anayasa, kanun içine yerleştiği siyasal kültüre göre çalışır. Siyasal kültürler farklıdır. Yazılımın hangi siyasal kültür içine yerleştirildiği onun akıbetini gösterir. Avrupa’da bir uygulama olur. Alın onu başka bir bölgede siyasal kimlik çatışmalarının yoğun olduğu ülkelerin içine yerleştirin, bomba gibi patlar. Cumuhriyet tarihi boyunca demokrasimizin vesayet tarafından felç edildiği süreç yaşamışızdır. Siyasi partilerin kökleşmesini bile engellemiş. Her 10 yılda darbe gelmiş partileri dümdüz etmiş. Türkiye sürekli acı ve kaos yaşamış. Bizimle belli zaman diliminde aynı ekonomik göstergelere sahip ülkeler dünyada oyuncu olmuş, biz yerinde saymışız. Siz hem cumhurbaşkanını hem başbakanı halk seçsin diyeceksiniz, bu ikisi arasında bir çatışma olmayacak mı? Buradan çok ağır bir çatışma çıkacağını, Sezer Ecevit tartışmasından çok öte. Burada devlet çekirdeğinin ikiye bölüneceğini görmemek mümkün değil.
“Türkiye’nin başına iş açacak bir tablo ortaya çıkmıştır”
Bu çerçevede göreve gelen kişi 6’lı Masa ile istişare halinde yönetecek deniyor. Devlette böyle bir mekanizma yok. Siyasi literatürde bunun adı politbürodur. Kampanya yapılacak, iktidara gelecek. Masadakiler irademiz şudur diyecek. Bu kadar tartışmadan sonra, bu kadar Türkiye gerçeklerinden kopuk bir metnin ortaya çıkması. Dünyadaki akış hızı çerçevesinde, politbüro gibi mekanizmanın sürekli olarak cumhurbaşkanını, başbakanını yönlendireceğini düşünün. Birkaç kere söylendiği için, Yoksa dikkate almayabilirdik. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmemesi şeklinde bir düzenleme psikolojik etki yaratacaktı. Müthiş bir araba yaptık, direksiyon olsun mu, olmasın gibi bir şey, Aslında kafalarındaki cumhurbaşkanını halkın seçmemesiydi. Ama demokratik bir kazanım olarak bunu kimse geri alamaz. Bu modelde şeklen geri almamışlar, içerik olarak içini boşaltmışlar. Halka verdikleri yetkinin içine boşaltmışlar. Burada siyasetin ahlakı açısından problem vardır. Halk seçmesin istiyorsan çıkıp izah edeceksin. Hem yetkiyi verip, içini boşalttığınızda katman katman içerisinde vesayeti diriltecek, Türkiye’nin başına iş açacak bir tablo ortaya çıkmıştır.
Ortalamanın alındığı yerde çıkacak tablo budur. Bir gün AK Parti MKYK’sına geldim. ‘Bugün Türkiye’nin demokratikleşmesi için dönüm noktasıdır’ dedim. MKYK’yı izleyen gazeteci sayısı MGK’yı izleyen gazeteci sayısını geçmişti.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi yok iken birkaç kez parlamenter sistemin rehabilitasyonu için girişimler oldu. Biz o zaman mevcut sistemin rehabilitasyonu için uğraşırken o zaman CHP eski vesayetin yanında yer alıyordu. Önerilerimizi zamanında veriyorduk, engelleme içerisine giriyorduk. O güçlendirilmiş parlamenter sistem değil, güçlendirilmiş 6’lı Masa sistemi bu. Türkiye’nin başına büyük vesayet belalaları açabilecek bir şeyi bünyesinde barındırıyor. Buradan çıkan şey siyasetsizliktir. Dünya siyasetinin hızlı aktığı bir dönemde Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi çözemez. Bu kadar gündem oluşturup da bu kadar zayıf metnin ortaya çıkması da Türkiye açısından iyi bir şey değil. Bütün siyasi kimliğimden arınarak söylüyorum bunu.
“Sonuç olarak 6’lı Masa’dan bir şey çıkmadı”
Sayın Cumhurbaşkanımıza dönük diktatör sözünün kullanılmasının tarihi ve bağlamı var. Bunlar kendi kafalarındakini yapan, kafalarındaki siyasetlere ses çıkarmayan, örneğin Ermenistan-Azerbaylcan konusunda tarafsız kalsaydı sayın Cumhurbaşkanımız ‘dünyanın en demokratik cumhurbaşkanı’ diyeceklerdi, bu kadar net. Kıbrıs meselesinde AB politikalarıyla uyumlu olamam. Bu kullanım dünyanın en ahlaksız kullanımdan bir tanesidir. Benzerini Avrupa’daki bazı liderler için de kullanıyorlar. Bir keresinde Macron için kullandılar. Boris Johnson için kullandılar. Biz uzun zamandır iktidardayız. ‘Bittiler, iktidardan gittiler’ şeklinde tabloyu karanlık çiziyorlardı. İyi bildiğimiz işi yapmaya devam ediyoruz. Vatandaşımızla daha çok bulaşmak ve siyaset üretmek. Biz siyaset üretmekle varlık bulan bir organizasyonuz. Herhangi savrulma içine girmediğimiz zaman, işimizi yapmaya devam ettiğimizde gördük ki, o propagandalar dağılıyor. Uzun zamandır ‘Erdoğan gidecek, Cumhur İttifakı gidecek’ propagandası pompalandı. Sonuç olarak 6’lı Masa’dan bir şey çıkmadı. Geçmişte eleştirdiğimiz parlamenter sistemin gerisinde bir tablo çıktı. Biz neye bakarız? Cumhurbaşkanımız illere gidiyor, oradaki vatandaşımızın ilgisine bakarız. Hafta sonu Urfa’ya gidiyor. Çok canlı geçecek. Deniyordu ki, moral üstünlük o tarafa geçti. Hayır , bu belli kesimler tarafından oluşturulan bir şeydi.
Ekonomi konusunda iktidara geldiğimizden bugüne kadar büyük başarı var. Vatandaşımıza olumsuz yansıyan durumların izole edilmesi için hızlı ve güçlü adımlar atılıyor. Dolayısıyla bunlar görülüyor. Türkiye bunu uyguluyor. Cumhurbaşkanımız da ‘yılbaşından sonra enflasyonun düşmeye başladığını göreceğiz’ dedi. Bütün dünyanın tahmin edemediği durum; Rusya-Ukrayna savaşının ortaya çıkardığı tablo. En son Nijerya bile açıklama yaptı; bu bizi olumsuz etkiliyor diye. Bunun içerisinde Türkiye’nin pozisyonu en güvenli ada olarak duruyor. Cumhurbaşkanımızın uyguladığı politikalar sayesinde. Sonuçta vatandaşımızla buluşmayı gerçekleştiriyoruz. Desteği vermeye devam ediyoruz. Son G-20 toplantısında da gördüm. Herkes Cumhurbaşkanımızla seçimlerden sonra nasıl çalışacağının yaklaşımı içerisinde. Biz Ankara’daki Türkiye Yüzyılı toplantısına bakarız. İstanbul’daki toplantımıza bakarız, Diyarbakır’a bakarız.
“Adı geçen herkesin adaylığı konusunda rahatız”
Adı geçen herkesin adaylığı konusunda rahatız. Karşınızda birisi iddia ile çıkıyorsa. ‘Ben aday olacağım, kazanacağım, karşı tarafa şu bedelleri ödeteceğim’ diyorsa onuru olan siyaset ‘çık karşıma’ diyecek. Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını istemeyenler onlar ne diyorlar ‘AK Parti Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını istiyor’ diyorlar. Kim çıkarsa çıksın, bizim açımızdan fark etmez. Seçim her parti için zorlayıcıdır. Milletimizin takdiriyle olacak iştir. Hepimizin başımızın üstündedir. Ben siyasi parametrelere, toplumla buluşmamızın gücüne, ürettiğimiz siyasete bakarım. Teşkilatlarımızın, arkadaşlarımızın çalışmalarının ulaştığı yere bakarım. Bu açıdan baktığımda hiçbiri bizi zorlamaz.
Vücudunuzun herhangi bir yerinde ağrı olduğunda sevinin, sizi uyarıyor derler. Sıkıntı olup da vücudunuz sizi uyarmıyorsa kötü. Çünkü tedbir almıyorsunuz. Vatandaş eleştirdiğinde siyasetimizi revize etme gereken ne var onu görüyoruz. Cumhurbaşkanımızın milletvekilleriyle yaptığı toplantılar bu odaklıdır. Buradaki mesele şu; siyaset aşağıdan yukarı yapılır. Toplumsal talebi siyasi temsile çevirmek olayıdır. Uzun bir iktidar dönemimiz var. Takdir aldığımız konuları, eleştirildiğimiz konuları bütünlüklü görüyoruz. Bizim toplumdan gelen beğeniler, eleştiriler, tepkiler, sitemler konusunda en güçlü uyarı sisteme sahibiz. Sensörlerimiz en yüksek kapasiteyle çalışır.
Çeşitli konularda açıklamalar yapanlar, yürüttüğümüz siyaset çerçevesinde, terörle mücadelede milli siyasetimize hassasiyet ortaya konulduğunda Cumhurbaşkanımız da ister kişiler ister sivil toplum örgütleri ister partiler düzeyinde olsun, onların Cumhur İttifakı’yla birlikte olması yönünde kendilerini konumlamaları şeklinde çağrıda bulunuyor. Çağrı yapıldı, sayın Akşener bahsettiğimiz eleştirilerden ayrı değerlendirilmemesi gerektiğini belirtti. Bildiğim bir şey var; siyasi tarihe baktığımzda siyasette 1 gün çok uzun, 1 yıl çok kısadır. İhtimaller için bugün için kesin kanaat geliştirmek her zaman yanlıştır.
“Ortak bir aday çıkarabilecekleri aşamaya gelmiş gibi gözükmüyorlar”
3 Aralık’ta yine bir zihni sinir projesiyle karşı karşıya kalmaktan korkuyorum. Netice olarak ne toplumda gündem oluşturan ne de siyaset açısından ‘farklı bir şey var’ dedirten bir şey olmadı. 3 Aralık bizim için Şanlıurfa’yı ifade ediyor. Terörle mücadele konusunda atılan adımları desteklediğini söylüyor bir tanesi. Ötekiler başka noktada duruyor. Akdeniz, Libya, iç siyasetle ilgili konular. Birisi İstanbul Sözleşmesi’ni uygulayacağım diyor diğeri karşıyım diyor. Kendi içindeki tartışmaları bile bir yere bağlayamamış bir yapı olarak duruyor, dışarıdan bakıldığında. Anayasa tekliflerinde de memleketin, milletin, ülkenin ihtiyaçlarından çok 6’lı Masa’nın dengeleri olarak ortaya gelmiş. Oradaki sancının hala bu meselede nasıl haraket edeceklerine dahil yol haritasının olmamasından kaynaklandığını görüyorum. Bugün itibariyle ortak bir aday çıkarabilecekleri aşamaya gelmiş gibi gözükmüyorlar. Biz önümüze gelebilecek her türlü denklem karşısında kendi siyasetimizi yürütecek kapasiteye sahibiz. Bunlar onlar açısından sendrom oluşturacak şeyler. Burada problem; antisiyaset dediğimiz şey şu; bu kadar büyük laflar söyleyeceksiniz, ortaya koyduğunuz tablo bundan ibaret olacak. Kendi parti açısından düşünürseniz buna sevinirsiniz. Ama bu derece yetersizlik karşısında üzülmemek mümkün değil.
Herkes şunu bekliyor, şu tarihte şunu vereceğiz diye bir şey bekliyor. Vatandaşımızın karşı karşıya kaldığı sorunlarla ilgili olarak ezdirmeyecek güncelleme uygun bir zamanlama ve rakamlama yapılıyor. Herkesin mutmain olacağı bir rakamlama mutlaka yapılacaktır. İhtiyaç duyulduğu anda vatandaşın karşı karşıya tablonun yetersiz olduğu görüldüğü anda bu müdahale tekrar gerçekleşiyor. Bu sürekli yapılan bir çalışmadır. Kabinenin gündeminde olan benim bağlayıcı bir şey söylemem siyaseten ve kurumsal olarak doğru olmaz. Hassasiyetin esası şu; vatandaşımızın bu gelişmeler karşısındaki kazanımlarını koruyacak, bunlar karşısında ezilmesini engelleyecek müdahalenin yapılacağı düzeyde ele alınıyor.
EYT
EYT bütçeden sonra somut bir şekilde gündeme alınacaktır. Uzun yıllar çözülmeyen problem. Son aşamaya geldiğini söyleyebiliriz. İyi bir şekilde çalışıldı. Bu yıllar içinde kilitlenmiş bir konu. Bizden önceki dönemden devraldığımız problem. EYT’li vatandaşlarımızın talepleri var. Yıllar içinde çektiği sıkıntıların giderilmesine dönük beklentileri var. Bütçe meselesi, özel sektör meselesi gibi çok dinamikli mesele. Bunun optimum noktasını bulunması için çalışılması gerekiyor. Sonuç olarak gündeme alınmıştır. Yıllar içerisinde oluşmuş bir sorun. Cumhurbaşkanımız çözüm iradesini ortaya koymuştur. Bakanlık çalışmasını yapmıştır, son aşamaya gelmiştir.
Öncelik vatandaşımızın bu gelişmeler karşısındaki olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaması. Vatandaşımızın pozisyonunun en güçlü şekilde korunması. Güncelleme buna göre yapılıyor. Bir sürü ekonomik enstrümanla ilgili olarak partide de toplantı yaptık. Günlük ve anlık şekilde takip ediliyor. Arkadaşlarımız bu konularda daha iyi gelişmelerle karşılaşacağımız yüksek beklentiye sahip.
En son Diyarbakır toplantısında gördük. Cumhurbaşkanımızın Türkiye’nin herhangi bir tarafında vatandaşlarımızla buluşma noktasında bir problemi yok. Cumhurbaşkanımız ‘Kürt meselesi benim meselemdir’ diyerek en yüksek iradeyi ortaya koymuştu Başbakanlık iken. Kamuoyuna yansıyan ya da yansımayan devlet içindeki vesayetin tehdit ve sabotaj girişimlerinin söz konusu olduğu pek çok olay yaşandı fakat bu demokratik perspektiften hiç vazgeçilmedi. Buradaki alanda terör örgütünün kurmaya çalıştığı vesayet var. Bu vesayet çerçevesinde siyaset yapanlar, vatandaşın sorununu gündeme getirme yerine örgütün taleplerini gündeme getirmek gibi bir tavır içerisine girdiler. Biz bu konuda en devrimci adımları attık. Kimlikler, mensubiyetler, etnik ya da dini, burada esas mesele demokratikleşmenin dozunu arttırmaktır. AK Parti buradaki tıkanıkları çözen irade ortaya koydu. Geçmişte yaşanan sorunları alt alta yazın, çözümünün hepsi Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleşmiştir.